28 Nisan 2012 Cumartesi

ALLAH İÇİN SEVMEK

,,,,,

Bir gün Peygamber Efendimizin huzuruna gelen bir kimse, oradan kalkip gitmekte olan bir baska müslümanin arkasindan :
“Ya Rasulullah, ben bu giden adami seviyorum” demisti….
Peygamberimiz (s.a.v) ona
“öyle ise ona kendisini sevdigini bildir” buyurdu…
bunun üzerine o zat o kimsenin arkasindan gitti, ona yetişti ve :

“Ben seni Allah icin seviyorum” dedi…
bunun üzerine o Müslüman:
“Öyle ise
beni ugrunda sevdigin Allah da seni sevsin”…diye dua etti….
(Ebu davud)
                         


Seviyorum..
Gün doğarken güneşin o huzur veren kırmızı halinin görmeyi..
Seviyorum…
Daralıp bunaldığımda doğaya bütün sırlarımı verip rahatlamayı,huzur bulmayı…
Seviyorum..
En çaresiz olduğumu zamanlarda, ne büyük çarelerle donatılmış olduğumu fark etmeyi..
Seviyorum..
Beni üzen kıran insanları affetmeyi..
Seviyorum..
Her şe…ye rağmen hayat güzeldir diyebilmeyi,gülümsemeyi…
Çiçekleri, yeşili, maviyi, kelebekleri, denizi, gökyüzünü ,bulutları..
Rabbimin yarattığı, “OL” deyip oldurduğu şeyleri… 





SÖZ....


Söz, yürekten çıktığı zaman ancak yüreğe gider.
Sen de sözlerini yürekten söyle. Sana söyleneni iyi dinle.
Yürekten geleni al, keder vereni bırak. Güzele çağıranı al, boş olanı bırak.
Rûhunun istediğini al, istemediğini bırak..
 Hayat önemlidir. Neşelen ve gül. Hüzünlen ve ağla.
Ne yaparsan yap, ama ALLAH rızası için olsun yaptığın. Gördüğün göreceğin ALLAH rızası için olsun…
Sana rahmet veren Rahmandır.
Merhamet veren, şevk veren, ümit veren, sevinç veren, hüzün veren.
Sana yoldaş olan Rahmandır. İyi bil ki, hiçbir yerde bir başına değildin.
Bundan sonra da olmayacaksın. Her zaman yanında olan Rahmandır.
Asla üç şey olma.
Ümitsiz olma. Şükürsüz olma. Sabırsız olma.
Mevlâyı bilen ümidi bilmeli. Onu bilen şükretmeli.
Ona inananın sabırlı olmalı her ameli.
O seni terk etsin, peşinden koş git. O yüz vermesin, sen ona yalvar.
Sana,bilmen gereken ve öğrenebileceğin en değerli şeyi haber vereyim mi? Sahip olabileceğin en kıymetli şey, imanındır
. Allaha inan, mutlu ol. Ona dayan, güçlü ol.
Kimsen yok mu? Sözünü dinleyen, acını paylaşan, sevgine sevgisini katacak, kimsen yok mu? Sen ister şu var de, ister bu, istersen yok işte, kimsem yok de;
hakiki bir dostun kesinlikle var.
Sözünü dinleyen, acını paylaşan, sevgine sevgisini katan ebedî dostunu,
Rabbini unutma!
Ey Sözümü İşiten Dostum;
Sözlerim bitti. Işığım söndü. Kandilim tükendi.
Sen bana değil de, sözleri bitmeyene, ışığı sönmeyene,
kandili tükenmeyene kulak ver. O’nu sev. O na kendini sevdir.
Onun sevdikleriyle doldur yüreğini….”

LA TAHZEN

                                           

La Tahzen! İnnALLAHe-l meane!”
Asırlar öncesinden, hicretin en can alıcı noktasında, sevr mağarasından tüm insanlığa bir teselli mesajı yükseldi :
“Üzülme, Allah bizimle beraberdir.”
Pekiyi, sadece Hz. Ebu Bekir’e miydi bu teselli?.. Sadece müşriklerin şerrinden sığınmaya mıydı?..
Hayatın, imtihan ekseninde, bazı kırılma noktalarında vardır.. Bu noktalarda, sonsuz bir kudrete dayanma arzusu, zirveye çıkar.. Sebepler sükût ettiğinde, çaresizlik tüm çareleri tükettiğinde, artık O’ndan (c.c.) başka hiçbir yardımcının kalmadığını hissettiğinde, bu teselli, rahmetin kucağına sevkin başlangıcı olur..
İşte hicret sahnelerinden birinde ve en birincisinde, Allah (c.c.) tam emniyet ve tevekkül ile kendisini, Kendine emanet edene, yardımını nasıl yetiştiriyordu, eskimeyen levhalardan bir kez daha izleyelim..
En güzel’in (s.a.v.) hayatı, hayata da en güzel örnekti.. Çünkü Alemlerin Rabbi, O’nu alemlere rahmet göndermişti.. Hayat seyrinde, itaatten ibadete, ahlaktan tevekküle her şeyde “zirve” olduğu gibi, Rahmetin de tecessüm etmiş bir timsali olan Efendimiz (s.a.v.), sebeplerin sükûta yaklaştığı son noktada, sadık dostuna işte böyle teselli vermişti..
Eğilseler ayaklarını görecekleri kadar yaklaşan müşrikleri gören Ebu Bekir (r.a.) Kâinatın efendisine zarar verirler endişesi ile :
“-Yâ Resûlallah!” dedi. “-Beni öldürseler de gam çekmem. Ben nihâyet bir ferdim. Amma, Allah göstermesin, sana bir zarar ve ziyan eriştirecek olurlarsa bu, bütün ümmetin helâkine sebep olur.”
Rasulullah endişesiz ve mütebessimdi.. Çünkü öyle birine inanmış güvenmişti ki, O (C.C.) kendisini bırakmazdı.. Asılardır, hassas kulaklarda ve kalblerde yankı bulan şu cümle ile teselli verdi son peygamber arkadaşına:
“Üzülme, Allah bizimle beraberdir.”
Hz. Ebû Bekir:
“-Yâ Resûlallah” dedi.
“-Onlardan birisi eğilip de ayaklarının dibinden bir bakıverse, bizi görür.”
İki cihanın mefhari olan Efendimiz, yine emîn ve tam tevekkül ile şunları demişti:
“-Yâ Ebâ Bekir, iki kişinin üçüncüsü Allah olursa,
sen âkibetin ne olacağını zannediyorsun?
Yakalanacağımızı mı sanırsın?”
Allah’a tam tevekkül edene yardım, işte böyle yetişiyordu.. Hem hiç umulmadık yardımcılarla…
Müşriklerin rehber olarak yanlarına aldıkları iz sürücü, kavminin en iyisiydi.. Adeta havadaki kokudan iz sürebiliyordu..
O kadar eminler ki kendilerinden; bu sefer yakalayacaklar ve başına büyük ödül konulan Allah rasulünü öldüreceklerdi.. Ama unuttukları bir şey vardı.. O’nun (s.a.v.) öyle bir gözeteni, koruyanı vardı ki; O’nu (s.a.v.) en güçsüz bir örümceğin ağı ile kibirli o müşriklerin gözlerinden ve şerrinden muhafaza edebilirdi ve etti..
İz sürücü kendinden emindi : “-İşte buradalar” dedi.. Fahr-i Kâinat Efendimizle Sıddık-ı Ekber, konuşulanları duyuyorlardı.
Ve ezelde vazife almış nöbetçiler işbaşındaydı.. İki yabani güvercin, bir de örümcek..
Mağaranın dibine kadar giden o müşrik, bu nöbetçilere takılmış ve geri dönmüştü :
“Mağaranın ağzında iki yabanî güvercinin yuva kurduğunu gördüm. Orada olduklarına asla ihtimal vermem” demişti.
Azılı müşrik Ümeyye bin Halef ise, arkadaşlarına hiddetli hiddetli şöyle seslenmişti:
“Hâlâ mağaranın orada ne dolaşıp duruyorsunuz. Orada örümceğin ağ bağladığını görmüyor musunuz? Vallahi ben, bu ağın Muhammed doğmadan önce gerilmiş olduğu kanaâtındayım.”
Hak; batıla bir kez daha üstün gelmişti.. Ve Cenâb-ı Hak, nöbetçi tayin ettiği bir örümcek ve iki yabanî güvercin ile Sevgili Resûlünü bütün Kureyş’e karşı korumuş oluyordu.
Kul tam emniyetle Rabbine teslim olsun da, Rabbi onu rahmeti ile kuşatıp, koruması altına almasın, mümkün müydü bu?.. Tüm dizginler elinde bulunan Allah (c.c.), “Rabbim benimle beraber; beni görüyor, biliyor” teslimiyetine kayıtsız kalır mıydı hiç?.. Elbette kalmazdı, kalmadı ve kalmayacak da…
İmtihan dünyasının senaryolarında bazen, “sıkıntılar” başrol oynar.. Hakîm ve Rahîm olan Rabb, hikmeti ve rahmeti ile vazifelendirir, musibeti.. Değil mi ki, başımıza her ne gelse O’ndan (c..c) gelir.. Bu noktada “Bela vereni” bulana, bela; rahmetin kâşifidir..
 Günah kirlerini, ateşe bırakmak istemeyen, rahmeti ile bu dünyada, geçici sıkıntılarla kulunu temizlemek isteyen Allah (c.c.) bununla, kuluna yakınlığını hissettirir..
Kendisine kendinden daha yakın; kendinden daha şefkatli olanı bulan, daha neyi arar ki?.
Madem bizimle beraberdir Allah (c.c.), o zaman telaşa gerek yok.. Her musibette, her çaresizlikte, ümmetinin derdi ile dertlenen Allah rasulü, şefkati ile başımızı okşar, ve fısıldar kulağımıza :
“Korkma, üzülme, Allah seninle beraberdir!”

ALLAH' I HATIRLAMAK...






” İnsan heykele bakınca heykeltıraşı hatırlıyor, ama aynada kendisine bakınca sadece kendisiyle ilgileniyor. Neden Allah’ı hatırlamıyor? “

GÖRMESEKTE




Görmesek de biliyoruz,yeşilin güven,siyahın asalet,pembenin muhabbet ve beyazın temizlik şarkıları söylediğini..
Görmesek de biliyoruz,sönmeyen yıldızların sadece gökte değil yerde de parladığını…
Görmesek de biliyoruz,neşesini,ümüdini,aşkını ,yaşama sevincini kaybedenin başka kaybedecek bir şey olmadığını…
Görmesek de biliyoruz,erkeklerin ağlamadığını,lakin erkek oğlu erkeklerınin ağlamadan duramadığını,
gözyaşını sadece yürekteki ateşi değil,Cehennemi bile söndürmeye kadir olduğunu…
Görmesek de biliyoruz,aşkın gölde,çölde,yolda,dağda,dilde,gülde değil,gönülde olduğunu….
Görmesek de biliyoruz,başlayanın bitirdiğini,yürüyenin vardığını,arayanın bulduğunu,duranın düşdüğünü,düşenin ezildiğini,ezilenin de çözüldüğünü…
Görmesek de biliyoruz,Merhaba’nın bir bardak çay kadar sıcak,Elveda’nın en az zenheri akşamları kadar soğuk olduğunu….
Görmesek de biliyoruz,Bosna da vurulan kuşu,Çeçenya’da bitmeyen kışı,Filistin’de atılan taşı,Bağdat’ta akan yaşı,Kerbela’da kesilen başı….
Görmesek de biliyoruz,ariflerin ağlarken güldüğünü,ve çınarların ayakta öldüğünü…
Görmesek de biliyoruz,en koyu karanlıkların alnında şafak yakındır yazdığını….
Görmesek de biliyoruz,bir çiçekle baharın gelmeyeceğını,fakat bir çiçeğin alnında baharın yazılı olduğunu…
Görmesek de biliyoruz,en büyük körlüğün nankörlük olduğunu,ve en büyük özrün ,elde-ayakta ,dilde dudakta değil,insanlık cevherini kaybetmiş bir beyin de olduğunu….
Görebilenlere ,selam olsun…